
NASILSIN? İYİ MİSİN?
BUGÜNLERDE CEVAPLANMASI EN ZOR SORU!
NASILSIN?
Verilen cevaplara bakalım.
Berbat durumdayım! (Ağlamaktan gözlerim şişti)
Acılar içindeyim! (Öyle dertliyim ki! Yaşayan bir ölü gibiyim! Dertlerimi zincir yapsam burdan İstanbul’a yol olur.)
Ay çok kötüyüm! Hiç iyi değilim! (İş stresi bir yandan, eş stresi bir yandan, çocuklar bir yandan)
Kötü yaa! İyiliği kim kaybetmiş de biz bulacaz? (Karamsar bakış açısıyla)
Nasıl olayım? Aynı! Hep aynı! (Çok yalnızım, çok yorgunum, çok mutsuzum)
Nasıl mıyım? Bir de soruyor musun? Nasıl olmamı bekliyorsun?(Kızgın ve öfkeli)
Hastayım yaa! (Bir türlü iyileşemiyorum)
Pimi çekilmiş bomba gibiyim! (Her an patlamaya hazırım)
Nasıl mıyım? Ah bir bilsem! İnan nasıl olduğumu bilmiyorum. (Sarhoş gibiyim, kendimde değilim)
Nasıl olunabilirse? (Böyle bir durumda-ümitsizce)
Üstümden kamyon geçmiş gibiyim! (Akşamdan kalma gibiyim, paramparçayım)
Sorma yaa! (sıkıntıdan patlayacak gibiyim)
İç güveysinden hallice! (İdare eder)
Eh fena değil! (İş güç, yuvarlanıp gidiyoruz)
Eh işte! (Hayat gailesi, yaşamaya çalışıyoruz)
Sağol, teşekkürler, sen nasılsın? (Cevap vermek istemeyince)
İyi! Noolsun? (Canı sıkkın)
İyilik! Senden ne haber?
Sence? (Nasıl görünüyorum?)
Bıraktığın gibiyim!
İyiliğine duacıyım!
İyiyim diyeyim iyi olayım! İyi olmak istiyorum!
İyiyim çok şükür! (Elhamdürillah, Allah bugünümüzden geri koymasın)
İyiyim Allah'ın izniyle!( İyiyim inşallah!)
İyiyim hamdolsun! (Allah dünümüzü aratmasın)
İyiydim! İyi olacağım inşallah!
İyi olmaya çalışıyorum!
İyiyim süperim! (Keyifliyim, yeni doğmuş bebek gibiyim, mutluyum, huzurluyum, umutluyum) şeklinde sıralanabilir. Düşünülecek olursa liste uzar gider.
Yaşadığımız dünyada doğduğumuzdan itibaren karşılaşabileceğimiz en kolay sorudur belki de “Nasılsın?” sorusu. Ancak bugünlerde ne kadar da zorlanıyoruz bu soruyu cevaplarken. Nasıl birden cevaplanması en zor soru haline geldi bu soru? Kafalar karmakarışık. Zihinler bulanık. İnsanlık çaresiz. Nasılız? Nasıl bir ruh hali içindeyiz? İyiyiz desek olmuyor! Kötüyüz desek olmuyor! Ezbere cevap veriyoruz, nasıl olduğumuzu düşünmek istemiyoruz. İyiyim demeye de kötüyüm demeye de korkuyoruz. Korkmamız da normal aslında!
Dünyanın bir tarafı kan ağlarken, masum insanlar ölürken, sebepsiz öldürülürken, vahşetin ve dehşetin kurbanı olurken, insanlık kendi kendinin sonunu hazırlarken biz nasıl iyi olabiliriz? Nasıl iyi, keyifli, mutlu huzurlu hissedebiliriz? Tecavüzler, katliyamlar, savaşlar, kavgalar sürüp giderken bir taraf can çekişirken, kan gölünün içinde yüzerken biz nasıl kötü olabiliriz? Nasıl en basit dertlerimizi, hastalıklarımızı, başarısızlıklarımızı bahane ederek mutsuz, huzursuz keyifsiz hissedebiliriz?
Muhterem Müslümanlar; eğer Suriyede, Mısırda, Libyada, Filistinde, Arakanda, Doğu Türkistanda, Afrikada ve dünyanın neresinde olursa olsun masum insanların ölmesinden, işkence görmesinden rahatsız oluyorsanız kendinizi kötü hissediyorsanız bir diyeceğim yok. Ancak derdiniz yeni bir araba almak, daha geniş bir eve taşınmak, yazın tatile çıkmak, çok para kazanmak, daha yüksek bir makamda çalışmak ise kendinizi yeniden sorgulamanız gerekir. En büyük derdiniz çocuğun okulu, hanımın kilosu, mal-mülk-rızık korkusu ise dert SİZSİNİZ!
Muhterem Müslümanlar; Hz. Peygamberin “Siz öyle bir zamanda yaşıyorsunuz ki sizden biriniz emrolunduğu şeylerin onda birini terk etse helak olur. Sonra öyle bir zaman gelecek ki sizden kim emrolunduğu şeyin onda birini yapsa kurtulur.” dediği bir zamanda yaşıyoruz. Haramlar ve helaller birbirine karışmış durumda; helal para, canı gönülden arkadaşlık yapacak bir kardeş ve kendisiyle amel edilecek bir sünnet bulmakta zorlanıyoruz. İyiliği özendirmiyor kötülükten sakındırmıyoruz. Faizsiz alışveriş yapmak faize bulaşmamak imkansıza yakın hale geldi. Tıpkı Hz. Peygamberin dediği gibi; namazlarımızı, oruçlarımızı, diğer amellerimizi yanlarında az gördüğümüz gruplar çoğaldı. Kuran’ı okumayı seven, yaşantısına geçiremeyen, okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkan insanların sayısı az değil. Hz. Peygamber bu zamanda dinde sabit kalabilmeyi elinde kor ateş tutmaya benzetmiştir. Çünkü şiddetli bir şekilde yaklaşan fitne sebebiyle insanlar mü’min olarak uyuyup kafir olarak uyanabilirler, dinlerini küçük dünya menfaati karşılığı değiştiriverirler.
Muhterem Müslümanlar; öyle bir zamandayız ki doğru söyleyenler yalanlanıyor, yalancılar ise doğrulanıyor. Güvenilir kimseler hain sayılıyor, hainlere güveniliyor ve bolca yemin ediliyor. Dünya sevgisi ve ölüm korkusuyla dolu insanlar dünyayı elde etme hırsıyla birbirleriyle kapışıyor ve birbirlerini katlediyor. Kafirler sofraya üşüşen yiyiciler gibi Müslümanların üzerine üşüşüyor. Tüm dünyada zina, fuhuş suç olmaktan çıkıp aleni olarak yaşanmaya başladı, çeşitli hastalıklar yayıldı. İyi malla kötü mal birbirine karıştı, ölçü tartı eksildi, kıtlık geçim sıkıntısı baş gösterdi. İnsanlar zekat vermekten kaçınır hale geldi. Alimler Allah’ın indirdiği hükümlerden işlerine gelenle amel etmeye başladı. Emanete hıyanet edilir, işler ehil olmayana verilir, gençler ve kadınlar müzikli eğlence peşinde koşar durumda. İşte bütün bunlar Hz. Peygamberin işaret ettiği kıyamet alametleri. Hiçbir eksiğimiz kalmamış gibi.
Dahası Hz. Peygamber buyuruyor ki;
“-İnsanlar öyle günler görecek ki, katil niçin öldürdüğünü, maktul de niçin öldürüldüğünü bilemeyecek.”
“-Bu nasıl olur?” diye soruldu. Şu cevabı verdi:
“-Herçtir! Öldüren de ölen de ateştedir.”
“-İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki o vakit müminin kalbi tuzun suda eridiği gibi eriyecek!” buyurdu.
“-Niçin eriyecek ya Rasulallah?” diye sorulduğunda:
“-Kötülükleri görüp de onları değiştirmeye güç yetiremediği için” buyurdu.
Evet işte o günler geldi. Gerçekten kalbimiz eriyor. Tuzun suda eridiği gibi eriyor. İçimiz parçalanıyor. Kötülükleri görüyoruz ve değiştirmeye gücümüz yetmiyor. Bugünlerde tam da bunu yaşıyoruz. Ölen ne için öldüğünü, öldüren ne için öldürdüğünü bilmiyor. İnsanlık bir çeşit uyku ve uyuşukluk içinde etrafında yaşananlara duyarsız. Bir tarafta vahşet, şiddet, zulüm, fakirlik, açlık… Bir tarafta zevk, sefa eğlence, zenginlik, israf… Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın diyen insan o yılanın bir gün kendisine de bulaşacağından habersiz. Bu ne çeşit bir hastalık? Nerede kaldı Müslümanlık?
Dört mevsim sıcak suyla abdest alıp, klimalı camilerde namaz kılarak, bin bir çeşit yiyecek ve içecekle sofralar kurup sahur ve iftar yaparak, giymediklerinizi ve yemediklerinizi fakirlere verme lütfunda bulunarak, ekmekleri çöpe atmayıp köpeklere ve ineklere yedirmek suretiyle israftan kurtulduğumuzu zannederek, kandillerde simit, gofret, bisküvi, lokum dağıtarak başımızın gözümüzün sadakasını vermiş kabul ederek, Kuranı cep telefonlarına yükleyip dinleyerek Müslümanlığımızı hakkıyla yaşadığımızı düşünüyor olmamız biraz sıkıntılı bir durum. Sanırım içimizin bu kadar da rahat olmaması gerekir. Geçmişi kanla yıkanmış insanlığın belirsiz geleceği için durup biraz düşünmesi gerekir. Şiddeti içinden söküp atması gerekir. Şiddeti Şiddetle çözemeyeceğini bilmesi gerekir. Şiddete maruz kalanla empati kurması gerekir.
Muhterem Müslümanlar şu mübarek günlerde biraz daha duyarlı olalım ve düşünelim! Nasılız? Nasıl olmalıyız? Ne yapmalıyız? Ne yapmamalıyız?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder