KISA YAZILAR
Her evin ihtiyacı, aile içi iletişim, eş seçimi, evlilik, evlilikte yaşanan sorunlar ve çözüm yolları, anne baba olmak, çocuklarla iletişim, boşanma, sağlıklı aile, ailede sevgi saygı, aile içi şiddet, aile bireylerine düşen sorumluluklar... gibi pek çok konuyu anlattığımız hayatın içinden kıssalar ve hikayelerle renklendirdiğimiz, akademik bilgiyi ayet ve hadislerle desteklediğimiz bir kitap "Son Kale Aile" Adana'da Şafak Kitabevi ve şubelerinden, internetten kitapyurdu.com dan temin edilebilir...
ÖSYM SBS deki yanlış cevapların doğru cevapları etkilemeyeceğini açıklamış. Bunca yıl neden etkiledi? 3 yanlış bir doğruyu neden götürdü? Soruyu çözmeye çalışmak, emek ve zaman harcamak, uğraşmak, ter dökmek suç muydu? Bir anlık dalgınlık veya işlem hatasının bedeli doğru sorularımızdan silinerek mi ödetilmeliydi? Yıllarca her girdiğimiz sınavda bu ağır bedelleri ödedik. Bir nevi cezalandırıldık. Hata yapmaktan korkan bireyler olarak yetiştirildik. Ben bu sorunun cevabını biliyorum ama ya yanlışsa.. YA YANLIŞSA korkusu bizi boş bırakmaya sevk etti. Anneler babalar aman yanlış yapacağına boş bırak evladım dedi. Pes et. Vazgeç. Deneme dedi. Gözümüzü öyle korkuttular ki daha önce karşılaşmadığımız sorulara bakma gereği bile duymadık. Belki de küçük bir seziş yöntemi, fikir yürütmeyle kolayca çözülebileceklerdi. Böyle böyle girişimcilik ruhumuzu öldürdüler. Ya doğruysa ne olacak? Boş bıraktığım sorunun aklımdan geçen cevabı ya doğruysa bunun hesabını kim verecek? Belki işaretlediğimde binlerce kişinin önüne geçeceğim, daha çok istediğim bir üniversitede veya daha çok istediğim bir bölüm de okuyacağım. Kim bilir kaç kişiler bu saçma sapan uygulamanın kurbanı oldu. Yaptığımız yanlış soruların cezasını doğrularımızdan vererek çektik. Hata yapma korkusunu taşıyan özgüveni düşük girişimcilikten uzak bireyler olarak yetiştik. Nihayet doğru bir karar vermişler. Bütün sınavlar aynı şekilde olmalı ( KPSS, YGS, LYS...).Yanlış doğruyu neden götürsün? Bilenle bilmeyeni bu şekilde ayıramayız. Doğru cevabı bildiği halde işaretleme cesareti olmayan yanlış yaparım korkusuyla sınav stresi yaşayan o kadar çok sistem mağduru var ki! Yanlışlar doğruyu götürdüğünde insanları bu cesaretten alıkoyarız. Sınav öncesi bir de bu konuda baskı yaparsak sınava girenin bilinçaltına: Hata yaparsan ölürsün! Geleceğin mahvolur! mesajını yerleştirmiş oluruz. Attığın adıma dikkat et, aman yanlış yapma, sakın yanlış yapma, yanlış yapacağına, hiç bir şey yapma, demiş oluruz. Dediler de! Yıllarca soruyu boş bırakmak marifet sayıldı. İki şık arasında kalınca bile boş bırakmamız önerildi. İnsan makine değil her verdiği cevaptan emin olamayabilir, zihinsel olarak doğruluğundan emin olduğu cevaplar olabileceği gibi, sezgileriyle de doğruyu bulabilir. Bizler bu şekilde insanların sezgilerini köreltmiş, zihinsel ve mantıksal becerilerini ön plana çıkarmış, doğruyu bulmanın bilişsel yöntemler dışında başka bir şekilde yapılamayacağını dayatmış oluruz. Oysa doğruyu bulmanın başka yolları da vardır. Bu şekilde davranmak bireylerin bu yolları keşfetmesini engeller. Duygu ve sezgilerinin gelişmesini önler. İnsan çok yönlü bir varlık, tek yönlü beslersek ve bu tek yöne göre seçim yaparsak hata ederiz. Hata yapma korkusuyla yaşayan insan bir adım ileri gidemez. İlerlemek gelişmek istiyorsak hata yapama korkusunu ortadan kaldırmalı, düşünme, sezme, harekete geçme konusunda insanımızın özgür olabileceği ortamların oluşturulmasını sağlamalıyız. Geleceğe yapacağımız en iyi yatırım eğitimdir. Eğitimin kalitesinin artırılması da devletin ve milletin birinci görevidir.
SANA ÖMRÜMÜ VERDİM!
Vermeseydin!
İnsanoğlu çiğ süt emmiştir, nankörün önde gidenidir. Ömür sana verilmiş, neden başkasına veriyorsun ki? Birine ömrünü vereceğine, biriyle ömrünü paylaş...
Sanırım sosyal öğrenmelerimiz neden oluyor bu yanlışı yapmamıza. Alışmışız bir kere ömrümüzü vermeye, başkasının hayatını yaşamaya, kendimiz olmamaya… Hiç düşünmeyiz fedakarlık yaparken, kendimizi ateşe atarken, özellikle de sevdiklerimiz uğruna canımızı verirken. Matematiğimiz de kıttır bu noktada: Hiç hesaplayamayız bir gün o fedakarlık yaptıklarımızın bize nankörlükle karşılık verebileceğini, hatta hesap sorabileceğini. Fedakarlığımızın ölçüsü de yoktur bizim. Her koşulda, her şekilde, her defasında, her zaman yaparız fedakarlığımızı. Gözümüzü bile kırpmadan. Bilmeyiz hayatın bize verildiğini, dilediğimiz gibi harcayabileceğimizi, paylaşabileceğimizi… Etrafımız hayatını yaşayanlarla değil feda edenlerle dolu olduğundan, ömrünü tüketen, ömrünü çürüten, ömrünü verenleri gördükçe dinledikçe biz de ömür paylaşmayı yanlış bir şey zannederiz. Ömür paylaşmak mı? O da ne? Bu konuda hiç bir fikri olmayan insanların sayısı azımsanmayacak kadar çoktur… Marifet ömür tüketmekte, bir ömrü feda etmekte değil, onu en güzel şekilde paylaşmakta. Bu paylaşımdan kendimiz ve toplum adına fayda bulmakta, dünya ve insanlık için iyi, güzel, doğru ne varsa ortaya koymakta...
VATAN HAİNLİĞİ
Vatan hainliği yalnızca devleti yıkmaya çalışıp, düşmanla işbirliği yapmak değildir. Vatan sizden hizmet beklerken bu hizmeti yerine getirmemek de, görevini kötüye kullanmak da vatan hainliğidir. Bir devlet memurunun “bu gün git yarın gel zihniyeti, salla başı al maaşı davranışı” vatana ihanettir. Bir idarecinin personelleri arasında ayrımcılık ve adaletsizlik yapması da vatana ihanet sayılır. Çalışan insanın ayağına taş koymak, önünü kesmek, asılsız iftiralarla aşağı çekmeye çalışmak da ne devlet memurluğuna ne de idareciliğe yakışır. Kapasitesiz ve niteliksiz kişilerin bir yerlere getirilmesi, işin ehil olmayana verilmesi, mevki ve makamların torpille, tecrübesiz ve konuyla alakasız kişilere hibe edilmesi de bir çeşit vatan hainliğidir. Bir ülkede yetenekli insanların önü açılmıyorsa, yeteneklerini sergileyebilecekleri ortamlar oluşturulmuyorsa, kapasitelerinin altında çalışmaya zorlanıyorlarsa, bu ülkenin ileri gidemeyeceği ve hıyanet içinde olduğu kesindir. Günümüzde yetenekli ve nitelikli insanların bir yerlere gelmesi o kadar zor ki! Bu kişilerin öncelikle kendilerine engel olmaya çalışan insanlarla savaşması, yavaşlatma ve yerinde saydırma duvarını kırması, yalan, riya, dedikodu, iftira, psikolojik baskı vb. bir sürü olumsuz duygu düşünce ve davranış ortamından kurtulması gerekmektedir. Bütün bu olumsuzluklara rağmen kişi yıkılmadım ayaktayım diyebiliyorsa, benliğini ve öz değerlerini koruyarak bu çarkın dişlileri arasından sıyrılabiliyorsa ne mutlu ona ki büyük bir zafer kazanmış demektir. İşte bu zafer vatan hainliğine karşı kazanılmış bir zaferdir. Pes etmeyin kardeşlerim. Vatan bizden hizmet beklerken, vaz geçmeyin, geri çekilmeyin… Korkmayın! Hainlere ve hainliğe tüm benliğinizle karşı çıkın. Artık bitsin bu hıyanet, bitsin bu rezalet…
KAÇIRDIĞIMIZ FIRSATLAR
Hayat kaçırdığımız fırsatlarla dolu. Kimini yakalamaya çalışırken kaçırdık, kimini göz göre göre, kimini yok yere... Bir de fark etmeden kaçırdığımız fırsatlar var, gaflet ve dalalet içinde göremediğimiz, ruhumuzun bile duymadığı fırsatlar... Büyüyünce anladık! Yaşamın bize sunulmuş bir fırsat olduğunu yeni keşfettik. Yaşadığımız her an yeniden doğduğumuzu, nefes aldığımız her anın yaşamak için bir fırsat olarak bize sunulduğunu geç fark ettik. Bunu fark etmek, fark ettiğini fark etmek bile bir fırsat aslında. Önümüze çıkan fırsatları yakalamak ya da kaçırmak belirler hayatımızı. Fırsatlar insanın ayağına gelmiyor çoğu zaman. Yakalamak için çabalamamız, hatta kendi fırsatlarımızı kendimiz oluşturmamız gerekebiliyor. Fırsatları yakalama ve fırsat yaratma kaygısı bizi mutsuz ediyor. Bu konuda büyük beklentiler içine girmek, hayatının fırsatını beklemek de insanı yoruyor. Beklentiler arttıkça bir türlü gelmeyen ve elimizden kayıp giden fırsatlar bizi yordukça yoruyor, üzdükçe üzüyor. Oysa yaşam bu kadar karmaşık ve fırsat odaklı olmamalı. İnsan basit ve sade bir varlık olarak, basit ve sade bir yaşamın kendine bahşedilmiş bir fırsat olduğunun idrakına varmalı. Bu gözle bakarsa hayatın her alanında kendisine sunulmuş fırsatları görebilir ve kaçtı diye üzülmez. Hatta kaçırdığı fırsatların bile kendisine başka bir fırsat olarak sunulduğunu anlar...
Bir yem attım yemi yakalayışından kalbinin rengini anladım…
Ben bazen ortaya yemler atarım insanların tepkilerini ölçmek için. Kimi hemen belli eder kendini çekemediğini, kıskançlığını, nefretini, kinini, yüreğinin temizliğini, sevgisini, kimi hiç yeme el sürmez anlaşılmasın rengim diye bilirim onların içten pazarlıklı olduklarını, kendilerini zor tuttuklarını, bakışlarından anlarım akıllarından geçeni okurum gayet rahatlıkla. Bilirim bilmesine kimin ne çeşit bir insan olduğunu da ispatlamak isterim belki bunu tüm dünyaya ya da en azından kendime. Salağa yatarım çoğu zaman. Sadece hissettiklerimle insanları etiketlemek, onlar hakkında peşin yargıda bulunmamak için küçük küçük yemler atarak renklerini ortaya çıkarırım onların. Bazen sadece ben görebilirim onların rengini, bazıları bukalemun gibi rengarenktir kolay kolay anlayamaz insanlar onları, çok güzel adapte ederler kendilerini yeni renklerine hem de öyle çabuk öyle kusursuz yaparlar ki bunu...
İnsanlar başkalarının başarısızlığını kendi başarıları olarak görüyorlar…
İki ya da daha fazla kişi sanki aynı anda başarılı olamazmış gibi bir algı söz konusu. Başarmak için çalışmak çabalamak yükselme gayreti içinde olmak yerine karşısındakinin hata yapmasını bekliyorlar, hatta biraz daha ileri gidip onun hata yapması, düşmesi için çalışıyorlar. Artık insanlar kendi başarılarıyla yükselmek yerine başkalarının başarısızlıklarından çıkar sağlayarak yükselmeyi marifet sanıyorlar. Ayağına çelme takma, sırtına basıp yükselme, başkalarının başarılarını kendilerine mal etme, kendilerininmiş gibi gösterme bir çeşit hastalıklı düşünme ve davranış biçimi hakim insanımızda. Rekabet ortamı pozisyon yükseldikçe şartlar iyileştikçe daha da kızışmakta başarısızlıklardan başarı kazanma durumları daha da yaygın hale gelmekte…
Yengen sekene kadar nerdeydin?Biri ne yaparsa gidip aynısını ben de yaparım zihniyeti. onda varsa bende de olmalı. O yapabildiyse ben de yapabilmeliyim anlayışı. Biri ihtiyaçtan koltuklarını yeniler, öbürü hiç vakit geçirmeden aynısından markası rengi tonu fiyatı (tıpa tıp aynısı olmak koşuluyla) gider alır. İkiz gibi giyinen eltiler, görümceler, birbirinin neredeyse kopyası gibi olan gelin kaynana evleri çok görmüşsünüzdür. Biri o güne kadar düşünülmemiş bir şey yapar mesela mahallenin ihtiyacı bir bakkal açar iki gün geçmeden bakkallar türemeye başlar. Adım yudum başı bakkal olur. Biri başarılı bir iş yapar etraf taklitleriyle dolar… Peki o iş başarılana kadar neredeydin, neyi bekliyordun? Pusuya mı yatıyordun biri kendini ateşe atsın sağ çıkarsa ben de denerim?
Her zaman kullanılacak bir hak vardır. En kötü şartlarda bile. Mesela toplum içinde yaşamanın şartı hak yemek, hakkını yedirmekse, sen de yalnızlık hakkını kullan… Böylece ne hak yemiş ne de hakkını yedirmiş olursun…Bazen doğru bildiğin yoldatek başına yürümek zorunda kalabilirsin. O zaman geldiğinde yürümekten vaz mı geçeceksin? Ya da geri mi döneceksin? İçinde bulunduğun toplum senin haklarını hiçe sayabilir, başkalarının haklarını hiçe saymanı senden bekleyebilir, hatta pek çok hakkını elinden alabilir; en temel haklarından seni mahrum bırakabilir. Diğerleri yanlış yapıyor diye sen de mi yanlış yapacaksın? Ya da yanlışlara göz mü yumacaksın? İnsanın kısıtlanması, özgürlüklerinin daraltılması haklarının ihlal edilmesi kadar kötü bir durumda dahi, insan kendini bırakmamalıdır. Var olan haklarını, elinde kalan haklarını sonuna kadar kullanmalıdır. Yalnız kalma hakkı da bunlardan bir tanesidir. bugün yalnız olabilirsin ama yarın büyük kalabalıkları peşinden sürüklemeyeceğin ne malum?

Doğum ve ölüm arasını………………Zamanı ve durdurulamazlığını...Yaptıklarımı ve yapamadıklarımı... Akıl-kalp ve ruh üçlüsünü... İnsan aklının sınırlılığını... Hayatı ve bir şekilde geçip gittiğini... Nedenleri ve sonuçları... Fizik ve fizik ötesini... Hepsi çorba oldu:)Zamanı durdurmak mümkün değil ama nasıl değerlendireceğine karar vermek mümkün... Yapamadıklarından çok yaptıklarını düşünmek, sahip olamadıklarındansa sahip olduklarına odaklanmak senin elinde... Doğum ve ölüm arası ya koca bir hayat ya da göz açıp kapama süresi... Her zaman aynı nedenler aynı sonuçları doğurmayabilir... Fizik Kanunlarını insanlar bulmuştur, bunlarda hatalar olabilir; sen de üzerinde düşünüp doğruları bulabilirsin. Fizik ötesi hala sırlardan ibaret onu aklın bir yere kadar anlar o noktada devreye kalp ve ruh girer. Her insanın sınırları bellidir ama çoğu bu sınırın yanından bile geçmez. Önemli olan kendi sınırlarımızı zorlamamızdır. İnsan yaşlandıkça bir tek doğru yerine doğrular olduğunu anlar. Hayat boyu devam eden kişisel gelişim sürecinde herkese başarılar dilerim:)
Çalış demek kolaydır, kolaysa geç kendin çalış… Milletin ağzında sakız olmuştur adeta çalış çalış… Genelde çalış diyenler hayatında gerçekten hiç çalışmamış, çalışmanın zorluğunu bilmeyen kimselerdir. Dışarıdan görüldüğü kadar kolay zannederler her şeyi. Çalışmak konsantrasyon işidir senin benim söylememle olmaz içeriden gelmelidir kişinin kendi istemelidir… Ben senin yerinde olsam şöyle çalışırım böyle çalışırım ahkam kesmek kolaydır iş başa gelince yapmak marifettir. Ayrıca çalışacak adama çalış demek onu çalışmaktan alıkoymaktır. Ucunda çoğu zaman iyi niyet olsa da bu uyarının genelde sinir bozucudur ve çoğu zaman gereksizdir. Çalışmak içsel pekiştireçlerle gerçekleştirilirse, arkasından başarı getirir…

İnsan kendine karşı nasıl adil olabilir? Olsa da bunu ne kadar başarabilir? Önce kendi hakkına girer insan. En çok kendi hakkını yer de farkına varmaz. Hal böyleyken insanın başkasının hakkına girmesi kaçınılmazdır. Bunu fark etmesi ise hayal...

İlk kim öldü? En son nerede olay çıktı? Daha önce nasıl başlamıştı? Kim bitirmişti, yoksa bitmemiş miydi ? Ne zaman başladı? İnsanlar ne için ölüyor? Sıradaki plan ne? Kim dost, kim düşman? Ben kimim? Nereden geldim? Nereye gidiyorum? Ne için yaşıyorum? Amacım neydi? Zihinler ne kadar karışık. İnsanlar ne kadar unutkan. Parmağımıza ip bağlasak hatırlar mıyız geçmişi? Acaba gerçekten hatırlamıyor muyuz yoksa hatırlamak mı istemiyoruz? Düşünmekten sormaktan belki de doğru cevabı bulmaktan kaçıyoruz. Balık hafızalı mı olduk, duyarsızlaştık mı ayırt edemiyorum. Belki de korkağız biz. Körüz sağırız her şeye. Nasıl da işe okula gidebiliyor hiç bir şey olmamış gibi hayatımıza devam edebiliyoruz. Biz insanlar çok mu akıllıyız yok sa çok mu safız?
HATIRLANMAYAN RÜYA
Hatırlanmayan bir rüyayım ben, insanların uykularını süsleyen gecelerini gündüz eden. Benden korktular adıma kabus koydular. Mutlu da oldular, zaman zaman hayra yordular. Mal, mülk, para, pul, müjdeli haber dediler bana. Çoğu uyandığında hatırlamadı beni, hatırlamaya bile çalışmadı kimi. Ben hep girdim onların uykularına, hatırlanmayacağımı bile bile. Yalnız bırakmadım onları gecenin karanlığında.

Ben mi insanları anlamıyorum? İnsanlar mı beni anlamıyor? Bazen anlatmaktan yoruluyorum. Bazen anlamaya çalışmaktan yoruluyorum. Bütün insanlar bu iki durumdan birinin içindeyse, hayat sadece bir işkence olur... Anlamak, Anlatmak, Anlaşılmak zor zanaat...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder