Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü olan 25 Kasım'da ÇUBUK BELEDİYESİNDEYİZ. Tüm halkımız davetlidir.
YASEMİN DAVARCI
Eğitimci Yazar Yasemin Davarcı'nın resmi internet sitesidir.
11 Kasım 2015 Çarşamba
5 Kasım 2015 Perşembe
11 Eylül 2015 Cuma
EVLİLİK ÖNCESİ EĞİTİM PROGRAMLARIMIZ BAŞLIYOR

Bu konuda toplumun dikkatinin çekilmesi amacıyla Aile ve Sosyal Politikalar Ankara İl Müdürlüğümüzde 2015 Eylül ayından itibaren rutin olarak Evlilik Öncesi Eğitim Programı gerçekleştirilecektir. Eğitim Programına nikah için başvuran çiftler başta olmak üzere yeni evli çiftler üniversite öğrencileri ve istekli yetişkinler katılabilirler. Programa ait tarih ve yer bilgisi aşağıdaki tabloda yer almaktadır. Eğitimler ücretsiz olup eğitim sonunda katılım belgesi verilmektedir. Talep olduğu takdirde işaret dili uzmanlarımız tarafından engelli vatandaşlarımıza da eğitimler verilebilecektir.
25 Ağustos 2015 Salı
TERÖR VE SAVAŞI BİRBİRİNDEN AYIRMAK LAZIM!


RÜYALAR GERÇEK OLSA!
RÜYALAR
Kiminin her gün defalarca gördüğü, kiminin hiç görmediğini zannettiği ya da görüp de hatırlamadığı rüyalar… Kiminin umursamadığı kiminin manasına bakmadan duramadığı rüyalar… Bazen anımsamadığımız bazen günlerce, aylarca, yıllarca etkisinden çıkamadığız rüyalar… Her on tanesinden dokuzunu sevinç ve müjdeli habere, bolluk berekete, muradımıza ereceğimize yorduğumuz rüyalar…
Her rüyanın ardından hayırdır inşallah deyip bir anlam veremesek de çoğu zaman, onlar bir şekilde hayatımızı etkiler ve ona yön verir. Bazen tedavi ederler bizi, bazen öğretirler bize, bazen tahminde, kehanetlerde bulunur geçmişe ve geleceğe dair, eğlenceli ve zevklidirler bazen, kafamızı kurcalayan sorulara cevap verirler…
İnsanın varoluşuyla beraber başlar rüyalar. İnsanoğlu çok eski tarihlerden itibaren rüyaların gizemini çözmeye adamıştır kendini. Dinsel, mistik, bilimsel, teknik bakış açılarıyla açıklamaya çalışmıştır onları. Rüya tabirleri, rüya analizleri, rüya yorumları çıkmıştır ortaya… Kimilerinin mesleği bile olmuş; kimileri adını bu yolla duyurmuştur. Bilinçaltının ortaya çıkması, günlük yaşantı, inançlarımızın şekillendirilmesi, iyileştirici güçler, uyarıcı gibi düşünülmüştür tarihin belli dönemlerinde. Bütün bu çalışmalara, aradan asırlar geçmesine rağmen rüyaların gizemi hala çözülebilmiş değildir.
Bana göre rüyalar bizim başka bir evrende yaşabilmemiz, bu evrene çok kısa bir süreliğine de olsa gidiş geliş yapabilmemizle ilgilidir. Rüyalar evreni bizim yaşadığımız evrenden daha geniş, daha gelişmiş, daha güçlü, daha akıl almaz ve imkansızlıkların olmadığı bir evrendir. Bu evrende yapamadıklarını rüya evreninde yapabilirsiniz. Defalarca ölüp defalarca dirilebilirsiniz. Hiç gidemediğiniz yerlere gidebilirsiniz. Yüzme bilmeseniz de balıktan daha iyi yüzebilirsiniz. Bir kuştan daha güzel uçabilirsiniz. Ölmüş insanlarla konuşabilirsiniz. Hükümeti değiştirebilir, devrimler yapabilirsiniz tek başınıza. Hiç kullanmadığınız bir silahı gayet ustalıkla kullanırsınız. Kahraman olursunuz, prenses olursunuz, aynı anda hem anne hem çocuk olursunuz. Bir türlü giyemediğiniz gelinliği rüyanızda giyersiniz. Bu dünyada bir kere girme şansınız olan sınavlara, defalarca girebilirsiniz; çok kötü bile yapsanız kazanabilirsiniz. Yaşadığımız evrende zamanı geri getiremezsiniz. Ama rüyalar evreninde böyle bir derdiniz olmaz. Rüyanızda geçmiş de sizin gelecek de. Bin yıl önce bin yıl sonra fark etmez. Kilometreler yok, saat dilimleri yok, kurallar baskılar yok, imkansızlıklar yok… Olmasını istediğiniz her şey var. Bu yüzden uyanmak istemeyiz bazen rüyalardan. Günümüz insanı da rüya evrenine benzetmeye çalışır yaşadığımız evreni elinden geldiğince… Tek derdi rüyalarının gerçek olmasıdır insanın. Ona göre rüya evreninde yaşamak daha cazip sanki. Belki bir yolunu buluruz rüya evrenine istemli olarak, istediğimiz zaman giriş çıkış yapmayı. Belki zamanı geldiğinde kendiliğinden olur ne dersiniz?
23 Ağustos 2015 Pazar
ONLAR!!!

ONLAR
_ Sen de Onlardansın! dedi bana
_ Kim bu Onlar? Dedim
_ Onlar işte! Dedi
Hayatındaki tüm başarısızlıkların, tüm haksızlıkların, başına gelen tüm kötülüklerin sebebiydi Onlar. O, Onları hiç sevmemişti hatta Onlardan nefret etmişti. O, Onlardan hep uzak durmuştu, köşe bucak kaçmıştı, korkmuştu, iğrenmişti… Onun her lafında, Onların yaptığı bir rezillik vardı. Onlar rüşvet yerdi, adam kayırırdı, halka zulmederdi, hakkı tanımazdı. Hep Onların dediği olurdu çünkü Onlar çok güçlüydü, zengindi, iyi kazanırdı, iyi harcardı. Onlar hep en yüksek mevkilere gelirdi, istedikleri her şeye kolayca sahip olurlardı, istediklerini ezer, istediklerini silerlerdi.
Onlar zalimdi, kötüydü insanlığın başına gelmiş en büyük felaketti. Kıyamet Onlar yüzünden kopacaktı. Belli ki Onlar, Onu çok yaralamıştı. O, Onlar yüzünden acı çekiyordu, bir türlü yüzü gülmüyordu. O mazlumdu, biçareydi, acıların çocuğuydu, hep zavallıydı, hakkı yenen, istediği yere gelemeyen, incinen, ezilendi… O, Onlardan davacıydı. O, Onlara hakkını helal etmiyordu. Yaşadığı her gün Onlara beddua ediyordu. O çok mutsuzdu, kendini çok yalnız hissediyordu daima huzursuzdu. İnsanları ikiye ayırmıştı O ve Onlar! Ya Onlardan olacaktı ya O kalacaktı! O, Onlardan olmayı asla istemezdi, Onların arasına asla girmezdi, ölürdü daha iyi. Korkuyordu çünkü Onlar dünyayı ve insanları ele geçirmişti. Yakında Ona da bulaşacaklardı bir hastalık gibi. Onu da kendilerine benzeteceklerdi.
Peki bu nasıl olacaktı? O hiçbir zaman Onlardan biriyle konuşmamıştı, tanışmamıştı hatta selamlaşmamıştı. Ona daha önce hiç sorulmamıştı bu soru ‘’kim bu Onlar?’’. O da daha önce hiç düşünmemişti Onları kim bunlar diye. O sadece duymuştu onları. Onun gibiler Onlar hakkında çok şey üretmişti, türetmişti… Onlar hakkında bildikleri rivayetlerden öte gitmiyordu. O şu anda gerçekten şaşkındı. Onlar kim? Kim Onlar? Onların kim olduğunu kendi de bilmiyordu. Zaten hiç bilmedi bilmesi imkansızdı çünkü Onlar diye birileri yoktu. O ve Onun gibiler uydurmuştu Onları. Çamur at izi kalsın ya da günah keçisi bulmamız lazım değil mi...
14 Ağustos 2015 Cuma
KIYASIYA KIYAS YAPMAK!
KIYAS

irmez ama demirin değerini artırır çünkü artık demir de bir yönüyle hatta bir kaç yönüyle altına benzemektedir. Altınla boy ölçüşmektedir. Daha az değerli olanın değersizliğini vurgulamaya çalıştığımız bu çeşit kıyasta genelde farklılıklar üzerinde durulur ve bu yüzden benzerlikler gözden kaçar. İşte o gözden kaçırdığımız benzerlikler alttan alttan değersiz olanın bir yönüyle değerli olanın seviyesine çıktığı mesajını verir. Böyle bir kıyaslama tam tersi bir durumun pekiştirilmesine neden olur.
Mesela bir terör örgütü başkanını, bir ulusun kurtarıcısıyla kıyaslarsanız aradaki farklılıkları ortaya koymanız ulusun kurtarıcısına belki değerinden bir şey kaybettirmez ama o toplum düşmanı bebek katili bölücü başına bir değer yüklemiş, doğrudan değerli olanın seviyesine çıkarmış olursunuz. Toplum düşmanı hain kişi ne yapmıştır da bu mertebeye erişmiştir? Yaptıklarıyla, söyledikleriyle, düşünceleriyle, düşüncelerini eyleme geçiriş biçimiyle nasıl olmuş da bir ulusun kurtarıcısının yanında adı anılır olmuştur? O iki ismi biz yan yana getirmedik mi? Birinin değerini düşürmeye çalışırken, yaptığımız kıyas yüzünden değerini yükseltmedik mi?
Bir de bu olayın kişi ve kişilik hakları boyutu var. Acaba kıyas yaptığımız kişiler bu şekilde kıyaslanmaktan hoşlanır mıydı? İki insan da isimlerinin birbirinin yanında anılmasını ister miydi?Çoğu zaman ölülerle diriler arsında yapılır bu iş. Ama unutulmamalıdır ki bunun ne ölüye ne de diriye faydası vardır… Kişileri kıyaslamak etik olmayan, çirkin bir değerlendirme biçimidir. Ama toplumumuzun en büyük hastalıklarından biridir. Anne babalar çocuklarını kardeşleri ve komşu çocuklarıyla kıyaslamayı, firma yöneticileri çalışanlarını hem kendi aralarında hem de rakip firmanın elemanlarıyla kıyaslamayı, öğrenciler okuldaki öğretmenlerini dershanedekilerle kıyaslamayı, millet günümüzün devlet başkanlarını geçmiştekilerle kıyaslamayı, eşler karı kocalarını hemcinsleriyle kıyaslamayı pek severler. Peki ne zaman başlar bu karşılaştırma kıyaslama hastalığı. Daha anne karnındaken. Bu daha büyük daha ağır daha hareketli vb. Doğduktan sonra bu daha sevimli bu daha şeker bu daha sessiz vb. yürümeye başlaması yemesi içmesi konuşması... herşeyi karşılaştırılır zavallı insan yavrusunun. Bu durum ölene kadar devam eder. Hatta öldükten sonra bile. Peki kıyaslayarak veya karşılaştırarak ne demiş oluruz? "Seni böyle kabul etmiyorum-Seni bu şekilde sevmiyorum- Seni bu durumda istemiyorum-Böyle iyi değilsin-Seni beğenmiyorum..." Çünkü kıyaslamak reddetmektir. Kıyaslanan kişide özgüven eksikliği ve kıskançlık yaratır. Hatta kişinin kıyaslandığı kişiye karşı nefret duymasına neden olur. İnsanoğlu doğduğu günden beri kıyaslanan olarak yaşaya yaşaya günün birinde kıyaslama işinin nesnesi olmaktan çıkıp öznesi haline gelir. Öyle bir zaman gelir ki etrafındaki insanları kıyaslayan birey bundan sıkılarak kendine yönelir ve kendini kendisi ve başkalarıyla karşılaştırmaya başlar. Kendini başkalarıyla kıyaslamak, kişinin insanlarla olan ilişkilerini bozar. Dostluk ve arkadaşlık bağlarını zedeler. İnsanlar tarafından dışlanmasına yalnız kalmasına neden olur. Kıyaslama yaparken bireyin kendini hep yüksekte görmesi "Kendini beğenmiş, narsist, bencil, ego düşkünü, cüretkar, kibirli..." biri olup çıkmasına sebep olabilir. Buna karşın kendisini başarısız ve alçakta görmesi "Özgüveni düşük, benlik saygısını yitirmiş, utangaç, çekingen, korkak, ezik, bağımlı, kıskanç, aşağılık kompleksine kapılmış..." bir kişilik olarak hayatına devam etmesine yol açabilir.
İnsanlar kıyaslama yaparken çok acımasız ve düşüncesiz olabilirler. Kıyas yapmayı iyi bilirler fakat bunu yaparken kendilerine ve karşılarındaki insana zarar verdiklerini asla bilmezler… Acaba kaçımız bunun farkındayız? En basit iş gibi görünse de kıyas aslında doğru yapılmadığında büyük yanılgılara, yanlış mesajların iletilmesine neden olur. Bu konuda daha duyarlı daha dikkatli olmamız gerektiğini düşünüyorum.
6 Ağustos 2015 Perşembe
BİLİM BİLİM DEDİKLERİ...
BİLİM
Yıllardır bilimin içindeyim. Bugüne kadar Bilim bana her şeyden kuşku duymayı öğretti, böylece ben başka şeylerden kuşku duyarken kendinden kuşku duymayacaktım... Yemezler! Artık büyüdüm ve senin gibi kuşkularla dolu bir şeye kuşkusuz bakmıyorum. Şu vakitten sonra bilimden kuşku duyduğum kuşkusuz...
Artık bilimin ötesinde düşünmenin zamanı gelmiştir. Bilim insanların körü körüne inandığı bir din olmaktan çıkmalıdır. Bugüne kadar insanlığın bir adım önünde giden bilim gerilemeye hatta kendi kendini çürütmeye başlamıştır. Bundan 50 yıl sonra çok daha farklı bir düşünce sistemiyle düşünüyor olacağız... Bilim insanlığın peşinden gelecek artık... Bunca zaman bizi peşinden sürüklediği yeter...
İnsanlık olarak yıllardır bilime inandık. Bilim uğruna sayısız hatalar yaptık. İnsanlığımızdan çıktık, koyun gibi ne dediyse itaat ettik. Yeme dedi yemedik, içme dedi içmedik. Budur dedi, budur dedik. Ondan gelen her şeyi hiç düşünmeden kabul ettik. Gelişme ilerleme uğruna neler kaybettik neler... Kandırıldık! Yeri geldi, uyutulduk, uyuşturulduk, düşüncelerimiz bile yönlendirildi. Algılarımız yönetildi. Özgürce düşünemedik. Belli kalıpların içine hapsedildik. (Siyah ve beyaz, sıfır ve bir, iyi ve kötü, ya hep ya hiç gibi, sanki bunlardan birini seçmek zorundaymışız gibi. İçinde ya da dışında olmalıymışız gibi...) Aradaki renk ve değerleri yok saydık. Bizi biz yapandan uzaklaştık. Aynı nedenler aynı şartlar altında aynı sonuçları doğurmalıydı. Bu katı kurallar bizi körleştirdi, kalplerimizi ve beyinlerimizi taşlaştırdı. Sezgi yeteneğimiz kayboldu. Sağlıklı düşünemez, hissedemez, göremez duyamaz anlayamaz, algılayamaz olduk. Hep bir somutlaştırma çabası içindeydik. Anlamayı ve algılamayı kolaylaştırmanın tek yolu her şeyi somutlaştırmak zannediyorduk. Somut olarak göremediğimiz hiç bir şeyi bilimsel olarak nitelendirmiyorduk. Zaten bilimsel olmayan bir şeyin de hiç bir değeri yoktu. İnsan soyut alemin genişliğinden ve sonsuzluğundan, çözüm yollarının çeşitliliğinden habersizdi. Burada her şey daha hızlı hareket ediyordu. Soyut olan enerji somut olan maddeden daha dinamikti. Derken aramızdan birileri bilimden sıyrılıp düşünmeyi denedi. Bu arada insanlığın körü körüne inandığı bilim de tökezlemeye başlamıştı. Bilim yanılıyordu sürekli. Sonuçlar tahmin ettiği gibi çıkmıyordu artık. Olayları etkileyen başka değişkenler de vardı. Bilim bunları göremiyordu, eksikti çünkü. Çünkü bilim bilim dedikleri insanın uydurduğu bir şeydi. İnsan yaradılışındaki mükemmellik ve yaratma güdüsünden hareketle kendi gibi mükemmel bir şey yaratma derdindeydi. Böylece bilimi icat etti. Bu icadının evrensel olduğu ya da olması gerektiğini iddia etti fakat iddiasında yanıldı. Geç de olsa insanlık bunun farkına vardı. Arkasından koştuğu bilimin önüne geçti ve ötesinde düşünmeye başladı. Artık gelişim çok daha hızlı olacak...
(Denemelerimden alıntı. 2010 yılında yazmış olduğum bir yazının düzeltilmiş halidir)
30 Haziran 2015 Salı
NASILSIN? İYİ MİSİN?

NASILSIN? İYİ MİSİN?
BUGÜNLERDE CEVAPLANMASI EN ZOR SORU!
NASILSIN?
Verilen cevaplara bakalım.
Berbat durumdayım! (Ağlamaktan gözlerim şişti)
Acılar içindeyim! (Öyle dertliyim ki! Yaşayan bir ölü gibiyim! Dertlerimi zincir yapsam burdan İstanbul’a yol olur.)
Ay çok kötüyüm! Hiç iyi değilim! (İş stresi bir yandan, eş stresi bir yandan, çocuklar bir yandan)
Kötü yaa! İyiliği kim kaybetmiş de biz bulacaz? (Karamsar bakış açısıyla)
Nasıl olayım? Aynı! Hep aynı! (Çok yalnızım, çok yorgunum, çok mutsuzum)
Nasıl mıyım? Bir de soruyor musun? Nasıl olmamı bekliyorsun?(Kızgın ve öfkeli)
Hastayım yaa! (Bir türlü iyileşemiyorum)
Pimi çekilmiş bomba gibiyim! (Her an patlamaya hazırım)
Nasıl mıyım? Ah bir bilsem! İnan nasıl olduğumu bilmiyorum. (Sarhoş gibiyim, kendimde değilim)
Nasıl olunabilirse? (Böyle bir durumda-ümitsizce)
Üstümden kamyon geçmiş gibiyim! (Akşamdan kalma gibiyim, paramparçayım)
Sorma yaa! (sıkıntıdan patlayacak gibiyim)
İç güveysinden hallice! (İdare eder)
Eh fena değil! (İş güç, yuvarlanıp gidiyoruz)
Eh işte! (Hayat gailesi, yaşamaya çalışıyoruz)
Sağol, teşekkürler, sen nasılsın? (Cevap vermek istemeyince)
İyi! Noolsun? (Canı sıkkın)
İyilik! Senden ne haber?
Sence? (Nasıl görünüyorum?)
Bıraktığın gibiyim!
İyiliğine duacıyım!
İyiyim diyeyim iyi olayım! İyi olmak istiyorum!
İyiyim çok şükür! (Elhamdürillah, Allah bugünümüzden geri koymasın)
İyiyim Allah'ın izniyle!( İyiyim inşallah!)
İyiyim hamdolsun! (Allah dünümüzü aratmasın)
İyiydim! İyi olacağım inşallah!
İyi olmaya çalışıyorum!
İyiyim süperim! (Keyifliyim, yeni doğmuş bebek gibiyim, mutluyum, huzurluyum, umutluyum) şeklinde sıralanabilir. Düşünülecek olursa liste uzar gider.
Yaşadığımız dünyada doğduğumuzdan itibaren karşılaşabileceğimiz en kolay sorudur belki de “Nasılsın?” sorusu. Ancak bugünlerde ne kadar da zorlanıyoruz bu soruyu cevaplarken. Nasıl birden cevaplanması en zor soru haline geldi bu soru? Kafalar karmakarışık. Zihinler bulanık. İnsanlık çaresiz. Nasılız? Nasıl bir ruh hali içindeyiz? İyiyiz desek olmuyor! Kötüyüz desek olmuyor! Ezbere cevap veriyoruz, nasıl olduğumuzu düşünmek istemiyoruz. İyiyim demeye de kötüyüm demeye de korkuyoruz. Korkmamız da normal aslında!
Dünyanın bir tarafı kan ağlarken, masum insanlar ölürken, sebepsiz öldürülürken, vahşetin ve dehşetin kurbanı olurken, insanlık kendi kendinin sonunu hazırlarken biz nasıl iyi olabiliriz? Nasıl iyi, keyifli, mutlu huzurlu hissedebiliriz? Tecavüzler, katliyamlar, savaşlar, kavgalar sürüp giderken bir taraf can çekişirken, kan gölünün içinde yüzerken biz nasıl kötü olabiliriz? Nasıl en basit dertlerimizi, hastalıklarımızı, başarısızlıklarımızı bahane ederek mutsuz, huzursuz keyifsiz hissedebiliriz?
Muhterem Müslümanlar; eğer Suriyede, Mısırda, Libyada, Filistinde, Arakanda, Doğu Türkistanda, Afrikada ve dünyanın neresinde olursa olsun masum insanların ölmesinden, işkence görmesinden rahatsız oluyorsanız kendinizi kötü hissediyorsanız bir diyeceğim yok. Ancak derdiniz yeni bir araba almak, daha geniş bir eve taşınmak, yazın tatile çıkmak, çok para kazanmak, daha yüksek bir makamda çalışmak ise kendinizi yeniden sorgulamanız gerekir. En büyük derdiniz çocuğun okulu, hanımın kilosu, mal-mülk-rızık korkusu ise dert SİZSİNİZ!
Muhterem Müslümanlar; Hz. Peygamberin “Siz öyle bir zamanda yaşıyorsunuz ki sizden biriniz emrolunduğu şeylerin onda birini terk etse helak olur. Sonra öyle bir zaman gelecek ki sizden kim emrolunduğu şeyin onda birini yapsa kurtulur.” dediği bir zamanda yaşıyoruz. Haramlar ve helaller birbirine karışmış durumda; helal para, canı gönülden arkadaşlık yapacak bir kardeş ve kendisiyle amel edilecek bir sünnet bulmakta zorlanıyoruz. İyiliği özendirmiyor kötülükten sakındırmıyoruz. Faizsiz alışveriş yapmak faize bulaşmamak imkansıza yakın hale geldi. Tıpkı Hz. Peygamberin dediği gibi; namazlarımızı, oruçlarımızı, diğer amellerimizi yanlarında az gördüğümüz gruplar çoğaldı. Kuran’ı okumayı seven, yaşantısına geçiremeyen, okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkan insanların sayısı az değil. Hz. Peygamber bu zamanda dinde sabit kalabilmeyi elinde kor ateş tutmaya benzetmiştir. Çünkü şiddetli bir şekilde yaklaşan fitne sebebiyle insanlar mü’min olarak uyuyup kafir olarak uyanabilirler, dinlerini küçük dünya menfaati karşılığı değiştiriverirler.
Muhterem Müslümanlar; öyle bir zamandayız ki doğru söyleyenler yalanlanıyor, yalancılar ise doğrulanıyor. Güvenilir kimseler hain sayılıyor, hainlere güveniliyor ve bolca yemin ediliyor. Dünya sevgisi ve ölüm korkusuyla dolu insanlar dünyayı elde etme hırsıyla birbirleriyle kapışıyor ve birbirlerini katlediyor. Kafirler sofraya üşüşen yiyiciler gibi Müslümanların üzerine üşüşüyor. Tüm dünyada zina, fuhuş suç olmaktan çıkıp aleni olarak yaşanmaya başladı, çeşitli hastalıklar yayıldı. İyi malla kötü mal birbirine karıştı, ölçü tartı eksildi, kıtlık geçim sıkıntısı baş gösterdi. İnsanlar zekat vermekten kaçınır hale geldi. Alimler Allah’ın indirdiği hükümlerden işlerine gelenle amel etmeye başladı. Emanete hıyanet edilir, işler ehil olmayana verilir, gençler ve kadınlar müzikli eğlence peşinde koşar durumda. İşte bütün bunlar Hz. Peygamberin işaret ettiği kıyamet alametleri. Hiçbir eksiğimiz kalmamış gibi.
Dahası Hz. Peygamber buyuruyor ki;
“-İnsanlar öyle günler görecek ki, katil niçin öldürdüğünü, maktul de niçin öldürüldüğünü bilemeyecek.”
“-Bu nasıl olur?” diye soruldu. Şu cevabı verdi:
“-Herçtir! Öldüren de ölen de ateştedir.”
“-İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki o vakit müminin kalbi tuzun suda eridiği gibi eriyecek!” buyurdu.
“-Niçin eriyecek ya Rasulallah?” diye sorulduğunda:
“-Kötülükleri görüp de onları değiştirmeye güç yetiremediği için” buyurdu.
Evet işte o günler geldi. Gerçekten kalbimiz eriyor. Tuzun suda eridiği gibi eriyor. İçimiz parçalanıyor. Kötülükleri görüyoruz ve değiştirmeye gücümüz yetmiyor. Bugünlerde tam da bunu yaşıyoruz. Ölen ne için öldüğünü, öldüren ne için öldürdüğünü bilmiyor. İnsanlık bir çeşit uyku ve uyuşukluk içinde etrafında yaşananlara duyarsız. Bir tarafta vahşet, şiddet, zulüm, fakirlik, açlık… Bir tarafta zevk, sefa eğlence, zenginlik, israf… Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın diyen insan o yılanın bir gün kendisine de bulaşacağından habersiz. Bu ne çeşit bir hastalık? Nerede kaldı Müslümanlık?
Dört mevsim sıcak suyla abdest alıp, klimalı camilerde namaz kılarak, bin bir çeşit yiyecek ve içecekle sofralar kurup sahur ve iftar yaparak, giymediklerinizi ve yemediklerinizi fakirlere verme lütfunda bulunarak, ekmekleri çöpe atmayıp köpeklere ve ineklere yedirmek suretiyle israftan kurtulduğumuzu zannederek, kandillerde simit, gofret, bisküvi, lokum dağıtarak başımızın gözümüzün sadakasını vermiş kabul ederek, Kuranı cep telefonlarına yükleyip dinleyerek Müslümanlığımızı hakkıyla yaşadığımızı düşünüyor olmamız biraz sıkıntılı bir durum. Sanırım içimizin bu kadar da rahat olmaması gerekir. Geçmişi kanla yıkanmış insanlığın belirsiz geleceği için durup biraz düşünmesi gerekir. Şiddeti içinden söküp atması gerekir. Şiddeti Şiddetle çözemeyeceğini bilmesi gerekir. Şiddete maruz kalanla empati kurması gerekir.
Muhterem Müslümanlar şu mübarek günlerde biraz daha duyarlı olalım ve düşünelim! Nasılız? Nasıl olmalıyız? Ne yapmalıyız? Ne yapmamalıyız?
29 Haziran 2015 Pazartesi
24 Haziran 2015 Çarşamba
AEP FORMATÖRÜ YASEMİN DAVARCI'DAN BİR SEMİNER DAHA...


SOSYAL GÜVENLİK KURUMU VE HALK SAĞLIĞI KURUMLARINDA "RESMİ KURUMLARDA İLETİŞİM" SEMİNERLERİ
27 Mayıs 2015 tarihinde AEP Formatörü Yasemin DAVARCI tarafından Ankara Halk Sağlığı Kurumu ile Sosyal Güvenlik Kurumu personeline yönelik "Resmi Kurumlarda İletişim" konulu seminerler verilmiştir.
ANKARA İL SAĞLIK MÜDÜRLÜĞÜNE "ETKİLİ VE YETKİN EBEVEYNLİK" SEMİNERİ

ANKARA İL SAĞLIK MÜDÜRLÜĞÜ PERSONELİNE "AİLE İÇİ ŞİDDET" SEMİNERİ
''Aile İçi Şiddet'' Konulu Eğitim
26.11.2014 Tarihinde Düzenlenmiştir.
Araştırma ve Sağlığın Geliştirilmesi Şube Müdürlüğü organizasyonuyla Ankara İl Sağlık müdürlüğü personeline yönelik "Aile İçi Şiddet" konulu eğitim 26.11.2014 tarihinde Aksemseddin Toplantı Salonunda yapılmıştır. eğitim konuları Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğünde görevli Eğitimci-Yazar Yasemin DAVARCI tarafından katılımcılara aktarılmıştır. İlgili sunuma aşağıdaki bağlantıdan ulaşabilirsiniz.
ANKARA İL SAĞLIK MÜDÜRLÜĞÜ PERSONELİNE "EVLİLİKTE İLETİŞİM VE YAŞAM BECERİLERİ" SEMİNERİ
http://www.asm.gov.tr/haberdetay/7277.rdx
YENİMAHALLE MÜFTÜLÜĞÜNDE "AİLE İÇİ İLETİŞİM SEMİNERİ"

AKYURT BELEDİYESİNDE "AİLE İÇİ İLETİŞİM" SEMİNERİ
29 Nisan 2015 tarihinde Akyurt Belediyesinde Yasemin DAVARCI tarafından "Aile İçi İletişim" konusunda halka yönelik seminer verilmiştir. Aile içinde rol dağılımı, sevgi ifade tarzları, eşlerin birbirine karşı tutumları, evlilik çatışmaları ve çözüm yolları gibi konu başlıklarına değinilmiştir.
http://www.haberturk.com/yerel-haberler/haber/5183631-akyurtta-aile-ici-iletisim-konferansi
AİLE İÇİ İLETİŞİM-EŞLER ARASI İLETİŞİM SEMİNERLERİ

EVLİLİK ÖNCESİ EĞİTİM PROGRAMI
22.04.2015 tarihinde ASPB Ankara İl Müdürlüğü Tarihi Toplantı Salonunda AEP Formatörü Yasemin DAVARCI tarafından Aday Memurlara yönelik Evlilik Öncesi Eğitim Programı düzenlenmiştir. Çok sayıda bekar personelin bulunduğu seminerlerde genç memurlar evliliğe hazırlık konusunda bilgilendirilmiştir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)